20 Haziran 2016 Pazartesi

Milli Takım'ın Performansını Seyirci mi Yönetiyor?



EURO 2016 Türkiye İspanya maçı sonrası NTV Sporda maç üzerine yorumlar yapılıyor.

Yayının başında maçla ilgili görüşlerini almak üzere Rıdvan Dilmen' le telefon bağlantısı yapıldı.
Rıdvan özetle şöyle dedi ;   "Maç 48.dakikada İspanya lehine 3-0 olunca bitti.  Maç daha fazla skorlu da olabilirdi  ancak İspanya skoru yeterli bulunca onlar için de maç bitmiş oldu. Bu oyuncu kadrosu ve oyun anlayışı ile farklı bir netice de zaten beklenemezdi "  dedi,

Ancak yorumu maçtan daha çok Arda ile ilgiliydi,  "Ülkemizi dünyanın en büyük kulüplerinden biri olan Barselona'da temsil eden Arda' ya yapılan kötü tezahüratın maçın önüne geçtiğini bunu da onaylamanın mümkün olmadığını " söyledi.

Arda'ya yapılan kötü tezahürat konusunda diğer NTV yorumcuları da  bu görüşe aynen katıldılar .
Hatta bir yorumcu  Murat Kosova,  biraz daha ileriye giderek  "Bu seyirciye de ne oluyor ? Maç konusunda yorum yapmak ve eleştirmek sadece bizim hakkımızdır. Bu bizim işimiz biz bundan para kazanıyoruz"  diyerek  son noktayı koydu.




Ben bu yeni futbol yorumcusu arkadaşımızın sadece basketbol spikeri olduğunu zannediyordum.
Spikerliğini yaptığı bir çok basketbol müsabakasında heyecanlı ve coşkulu maç anlatmasını beğenerek izlerdim.
Ancak bu yayınlarda yanında bulunan maç yorumcusundan daha fazla ve maçı yöneten hakemlere bana göre biraz da taraflı olarak yaptığı konuşmaları doğru bulmadığımı da söylemek istiyorum .

Ben bu değerli yeni futbol yorumcusunun seyircilerle ilgili söylediklerinin aksine :  

Futbolun ana unsurlarının  ;

1-Yöneticiler
2-Teknik Adamlar
3-Futbolcular
4-Seyirciler    olduğunu düşünüyorum.

Hatta bir adım daha ileri gidip,  bu oyunun seyirciler için oynandığını düşünüyorum.
Bu yüzden yeni futbol yorumcusu değerli kardeşimizin bu görüşlerine katılmam mümkün değildir.
Ben hatta bu futbol organizasyonu içerisinde dahi görmediğim yorumcu arkadaşlarımızın bu konuda   Başöğretmen edası ile baş role soyunması ve ahkam kesmelerini de doğru  bulmuyorum.

Sevgili yorumcularımız  neredeyse bu yaşanan başarısızlığı seyircinin kötü tezahüratı üzerine kurgulamaya çalışıyorlar.  Bana göre seyircinin onaylamadığım bu görüntülere sebep olmasında, Önce Federasyonun, daha sonra da teknik heyetin ve değerli futbolcu kardeşlerimizin de önemli bir payı olduğunu düşünmeden edemiyorum.

Oynadığımız futbolun kötü olduğu her kesim tarafından kabul ediliyor.  Dakika  48 maç 3-0 ...
Hiç bir varlık gösteremiyoruz.  Rakip istese skor daha fazla da  olabilir.  Rakip top  çeviriyor.... Biz seyrediyoruz.... Ne bir direniş ne başkaldırış var.

Ülkemizin içinde bulunduğu sıkıntılı durum ortada iken, bu organizasyon için maddi manevi ne kadar yatırım yaptığımız ortada.  Tüm ülkemizi ve seyircilerimizi gelecek bu başarıya hazırlayan ve çıtayı da olması gerekenden oldukça yüksek tutan  Federasyon ve Teknik adamlara   bu başarısızlığın faturasının sorulmasından başka doğal ne olabilir.

Soracağız elbette;

1.  Bu başarısızlığın en büyük mimarı bu büyük organizasyonu yönetemeyen atanmış basiretsiz yöneticilerdir.(Federasyon)

Hala anlam veremediğim mehter takımı ile yer aldığımız,  "Avrupa Avrupa duy sesimizi, işte bu Türklerin ayak sesleri"   ile seslendirdiğimiz bir spor oyunu olan futbolu,  fethedilecek bir ülke olarak algılatma başarısı gösteren  bu federasyondan  nasıl bir sportif başarı bekleyebiliriz.

2.  İkinci sırada başta Fatih Terim olmak üzere diğer teknik adamlardır.  Kazakista'nın Letonya'yı yenmesiyle en iyi üçüncü olarak guruplara kaldığımızı hemen unutturmak, başarısızlığımızı  başarıya çevirmek bu Federasyon ve Teknik adamların en büyük başarısıdır diye düşünüyorum.

Euro 2016 'da guruptaki son maçına 2 mağlubiyet, atılamayan tek golle  ve sıfır puanla giren Milli takımımızın teknik sorumlusu Sayın Fatih Terim hala  "biz bitti demeden bitmez"  diyebilmekte midir.

Bu başarısızlığın nedeninin,  başta Fatih Terim olmak üzere bazı futbolcularımıza sağlanan maddi imkanların kendi değerlerinden fazla olmasından kaynakladığını da düşünebilir miyiz?

Euro 2016'ya gitme hakkı kazanan A Milli Futbol Takımı oyuncularına 500.000'er Euro verilecek. Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören, "Bugüne kadar size 150.000 Euro verdik.  Buna 350.000 Euro daha ilave ediyoruz" dedi.

Ben bu kararı alkışlarım

EURO 2016 da görev alacak teknik adamların yıllık ücretleri sıralamasında Fatih Terim 3.sırada




İspanyayı ve diğer ülkeleri saymıyorum bile... Ancak grupta 2 de 2  yapan Hırvatistan teknik direktörünün yıllık ücret sıralamasındaki yeri 16.sıra...  bu tablo bize bir şey ifade etmiyor mu acaba?
Sportif başarıların para ile ölçülmediğini bu tablo bize hala göstermedi ise daha fazla ne söylenebilir.

3. Üçüncü sıraya da formsuz futbolcularımızı koymak yanlış olmasa gerekir.

Konu milli takım olunca başarı benim için paradan daha önce gelir diyen Sayın Terim ve futbolcularımızın kampından gelen son haberlere bakılırsa oyunculara verilecek pirimler konusunda da sıkıntılar yaşandığı görülmektedir.

Sportif başarıların para ile ölçüldüğü yerde başarısızlığın da maddi olarak sorgulanmasının  doğal olduğunu düşünüyorum.





9 Aralık 2015 Çarşamba

Yaşadığım Evler



1.  Ordu/ Mesudiye/Çavdar köyü/Örteren Mahallesi
    
Doğduğum Ev 63 yıl sonraki hali

Köyümüzde son ziyaretimizde bir sohbet anı



Doğduğum ev
4 Şubat 1950 tarihinde bu evde doğmuşum.İki yaşında iken köyden İstanbul'a göç etmişiz.
Bu evde gurbetteki babam ve amcam hariç babaannemle birlikte üç aile birlikte yaşamışız. Ben beş altı yaşlarında iken bir yaz köye döndüğümüzü ve o yazın kağnılarla yaylaya gidişimizi hayal meyal hatırlıyorum. O dönemden  kırk yıl sonra  Arda ile doğduğum bu köye tekrar gittiğimizde doğduğum bu evi aynen hatırladığım gibi bulmuştum.

Abimle Mesudiye'ye tepeden bakış..



2.Fatih/Karagümrük

1952 yılında İstanbul'a göç etmişiz.İstanbul da ilk olarak bu evde kalmışız. Ben kısa bir süre oturduğumuz  bu evle ilgili hiç bir şey hatırlamıyorum. Ancak birkaç ay önce  Abimle birlikte bu evi aradık,  bulduk.   Abimin hatırladığına göre sokak aynı sokak ama o zamanlar burada bir gecekondu varmış.


İstanbul'daki ilk evimiz.O zamanlar burada tek katlı bir gecekondu var.

3.Eyüp/Silahtarağa

1953-1981 yılları arasında evlenene kadar tam 31 yıl yaşadığım çocukluğum ve gençliğimin geçtiği bu ev aynı zamanda İstanbul'da sahip olduğumuz ilk evimiz oldu. Hazine arazisi üzerine iki oda olarak inşa ettiğimiz bu gecekondunun arsası için bu işin aracılarına arsa bedeli dahi ödenmişti. Bu evimiz aynı zamanda köyden gelen hemen hemen tüm akrabalarımızın da sığınacakları ilk duraklarıydı.

O zamanlar meyve ağaçları ile dolu bu bahçe bana kocaman görünürdü.Ayrıca bu bahçede yetiştirilen salata,soğan ve maydanoz gibi ürünleri  Annemle  Abim yakınımızda kurulan  pazara satmaya götürürlerdi. Daha sonraki yıllarda bu gecekondumuza iki kat daha ilave etmiştik.
Bu yenilenmiş hali.. Yokuş olduğundan bu görünen katın altında iki kat daha var.. Bahçe aşağıda..



Eyüp/Silahtarağa/Taşocağı mahallesi 


4.Yeniköy    

1981 yılında  hayatımda yeni bir dönem başlıyor, evleniyorum. Artık yıllardır yaşadığım ana ocağından ve çok uzun süredir yaşadığım bu evden evlilik nedeni ile ayrılacağım. Yeni bir evde
Arda ile birlikte yeni bir hayata başlayacağız.

Ev aramaya başladık. O tarihlerde Arda Leventte Squibb ilaç firmasında, ben de Şişli'de Banat Fırça'da çalışıyorum. Bu yüzden daha çok iş yerlerimize yakın olan özellikle Mecidiyeköy civarında ev arıyoruz.  Emlakçılara o dönemlerde ev görmek için para ödemek gerekiyordu. Bu yüzden bize sunulan her eve de bakamıyorduk. Zaten bazı Emlakçılar da halimize bakıp bu ev pahalı siz bu evi tutamazsınız diye de her evi bize göstermiyorlardı.

Bir keresinde Beşiktaş'ta bir tanıdığın vasıtası ile bir eve bakmaya gittik. Giderken de bu sefer şansımız açılsın ve iyi bir ev bulalım umudu ile Tuzcu Baba' ya bırakmak üzere bir paket tuz aldık. Ancak büyük hayallerle gittiğimiz bu yere ev dememiz mümkün değildi. Eski ve  harap olan bu yapı küçücük, adeta yangından çıkmış gibi her taraf simsiyahtı. Bu evi hangi yüzle kiraya verebiliyorlardı?

Hem de bir tanıdık vasıtası ile kiralamak için gittiğimiz bu ev konusunda Arda ile  nasıl bir hayal kırıklığına uğradığımızı bugün bile acı ile hatırlıyoruz. Hatta o kızgınlık ve hayal kırıklığından sonra hızla bu evden çıkıp Tuzcu Babaya bıraktığımız tuzu da geri alarak bakkala iade etmiştik. :)

Bu yüzden ev bulma konusunda moralimiz bir hayli bozuktu. Her yerde ev aramaya başladıktan bir süre sonra Yeniköy'ün üst mahallelerinde tesadüfen bulduğumuz ev  küçük ve kullanışsız da olsa bizim için iyi bir seçenek oldu. Evlenip yeni bir hayata başladığımız bu ev yaklaşık 1+1 ve yaklaşık 45 m2 civarındaydı. 

Evin konumu iyi olmakla beraber çok plansızdı.Sadece salon aydınlıktı. Mutfak ve banyo ışıksız ve çok ilkeldi. Yatak odası ise devamlı karanlıktı. Isınmak için gaz sobamız vardı.
Çok sık sular kesilirdi. Bir sabah kalktığımızda evin her tarafının sular içinde kaldığını gördük. Suların kesik olduğu o akşam musluklar açık kalmış ve gece gelen su evin her tarafını kaplamıştı. Büyük bir telaşla halıları kaldırıp suları  boşaltmaya çalıştık.  Ancak salon parke olduğu için ertesi günlerde parkeler şişmiş ve salonda parkeden tepeler oluşmuştu. Gelen parkeci de çok para isteyince "abi bekleyin bir kaç ayda iner"  dedi.. 

Bu şişkin haliyle parkeleri bırakıp tatile çıktık. Döndüğümüzde çat kapı ev sahibimiz geldi. Hemen parkelerin hesabını sordu. Biz tatile çıkınca çerçeveleri boyatmak için kapımızı açıp içeri girmiş  ve parkelerin o halini görmüştü. 

Yeniköy Kiralık evimiz Açık balkonlu olan
Yani biz bu evin  kiracısı olsak da  ev sahibimiz açısından konut dokunulmazlığımız yoktu.
Her şeye rağmen yaşamaya çalıştığımız bu evimizden bizi en çok soğutan cahil bir kadın olan ev sahibimizin davranışları oldu.

5.Sahrayı Cedit/Erenköy/Kadıköy

1988-1995 yılları arasında yaşadığımız ev;   Gürsoylu Sokak Huzur Apartmanı

Evlenmeden önce çalıştığım Soytur'da  Bodrum'daki devremülklerini satarken,  yine aynı şirketin   Erenköy 'de   gerçekleştireceği konutlar için kurduğu konut yapı kooperatifi'ne üye olmuştum. Ama yıllar geçiyor inşaat bir türlü başlamıyordu. O yıllarda da kooperatif inşaatları çok uzun sürelere yayılıyor, hatta bir çok kooperatif  yolsuzluk ve usulsüzlük nedeni ile  inşaatlarını tamamlayamıyordu..

Bunun üzerine Kooperatif yönetimi olarak uzun uğraşlardan sonra müteahhit firmamız olan Soytaş ile ilişkimizi hukuki yollardan çözüp  kendi inşaatımızı kendimiz yapma yolunda karar aldık. Bir müteahhit bularak inşaatımızı bitirdik. Böylece ilk defa Arda ile kendi evimize sahip olduk.
Ancak yaşam ve çalışma alanımız Avrupa yakasında olduğu için köprü geçmek  zaman ve maliyet kaybına neden olacağı için Kadıköy de yaşamak bize uygun görünmüyordu. Ayrıca Yeniköy'e de kendimize güzel bir düzen kurmuştuk. Ev sahibimiz hariç burada yaşamaya da çok alışmıştık.
Bu nedenle evi satmayı ve Avrupa yakasında bir ev sahibi olmayı planlıyorduk.
Ancak Yeniköyde ki ev sahibimizin cahilliği ve davranışları ile tekrar kiracı olmayı da göze alamadığımızdan,  çalışma hayatımız için Kadıköy şartları olumsuz görünse de artık kapımızın bir ev sahibi tarafından ansızın çalınmayacağı kendi evimize geçmeye karar verdik.

Bu evimiz de çok küçüktü ama daha planlı idi.  2+1  yaklaşık 60 m2 ,  artık kendimizin olan bir evimiz vardı.  O günkü koşullara göre kendi zevkimize göre döşediğimiz evimize yerleştik. Abime çok yakındık. Apartman da da güzel komşuluk ilişkilerimiz oldu.


6.  Mimaroba/Büyükçekmece

1994-2004  Mimaroba 1.Kısım M-121 Blok

Evliliğimizin üzerinden yaklaşık on iki yıl geçmişti. İkimizde çalışıyorduk. Çok yüksek enflasyon vardı. Ve bu ortamda en karlı yatırım  borçlanarak ev sahibi olmaktı.  Biz de öyle yaptık.   Arda şirketlerine iş yapan bir firmanın Kağıthanede yapacağı kooperatife gireceği sırada bir makbuz yüzünden parayı teslim etmemiş ve peşinatı geri getirmişti.

Ben de tam o gün  çek tahsilatı için girdiğim Taksim Emlakbank şubesinde Emlakbank'ın Mimaroba'da yapacağı konutlarla ilgili İnşaatların katologlarını gördüm.  Eve geldikten sonra Arda ile bu Katologları inceledik. Ödeme koşulları bütçemize çok uygundu, hemen teslim ediliyordu. Ayrıca çevre düzenlemesi de yapılmıştı. Mimarobaya gittik, projeyi ve satın alacağımız evi yerinde gördük. Çok beğendik. Tam tatile çıkmak üzereydik tatilimizi bir gün erteleyip bankaya peşinatı yatırıp öyle tatile çıktık.

Emlak Bank'ın Mimaroba ve Sinanoba projesi 5 etaptan oluşuyordu.İnşaatı tamamlanan 1.Kısım satılmış ve evler teslim edilmişti.  Mimaroba 1.Kısımdaki bu evimiz  2+1 yaklaşık net  90m2 idi. O zaman kadar  oturduğumuz evler içerisinde en büyüğü ve en kullanışlısıydı.
.
Bu evimizi ve önceki evlerimizde görmediğimiz alt yapı ve çevre düzenlemesini çok sevdik. Hafta sonları yazlığa gider gibi bu eve gelip balkonda oturuyor,  Arda'nın muhteşem böreğini çay eşliğinde bize göre çok güzel peyzajı olan bahçemize bakarak yiyorduk.

Buraya taşınmalıydık, ama nasıl olacaktı?  Bunun için yine radikal bir karar almamız gerekecekti.
Benim iş yerim Tünelde, Arda'nın iş yeri Ayazağa'daydı, Gürcan ise Erenköy'de bir okula gidiyordu.
Ben iş yerimi Mimaroba'ya taşıyabilirdim. Bu arada Arda şirket gurubu içerisinde  başka bir şirkete geçtiği için  tazminatını almıştı.  Genel Müdürü de değiştiği için şirketten ayrılabilirdi. Gürcan ise ortaokulu bitirmişti ve liseye Mimaroba'da başlayabilirdi.. Ve biz de öyle yaptık.

Ben iş yerimi taşımak için mekan düşünürken, Emlakbank Mimaroba 2. Kısımdaki iş yerlerini satmak için gazete ilanıyla açık artırma açmıştı.  Dükkanların ihaleye girmek için ödenecek muhammen bedelleri bize uygundu. Yalnız dükkanlar peşin  satılıyordu.

O sırada henüz tam olarak bitmemiş dükkanları inceledik. Bize uygun olan 2 tane küçük dükkan için teklif vermeye karar verdik. İki ihaleye girmemizin nedeni ise en az iki dükkandan birisini kazanmaktı. İhale başladı.Tekliflerin muhammen bedelin biraz üstünde olması gerekiyordu. İlk teklifimiz için ihalenin gerçekleştiği odaya alındık. Dükkan küçük olduğu için başka teklif veren olmadı ve ihale bizde kaldı. Sevinmiştik.  Artık ikincisine girmemize gerek kalmamıştı. Ancak ikinci dükkan için de  kimse ihaleye girmedi ve başka teklif de verilmediği için bu ihale de yine bizim üzerimizde kaldı.

İhale heyetine biz bir dükkan satın aldık ikincisine ihtiyacımız yok deyince ;  İhale heyeti  "olabilir ancak almazsanız teminatınız yanar"  dedi. Biz de yatırdığımız bu teminatı yakmamak için üzerimizde kalan bu dükkanı eşimize dostumuza yatırım amaçlı teklif etmeye karar verdik.
Ama bu dükkanı o zamanlar yeni kurulan bu bölgede alacak birini bulamadık.  Böylece iki dükkanı da yok şartlarımızla almaya karar verdik.




Dükkanlar peşin paraydı.  Biz satın alacağımız bu dükkanın bedelini Yeniköy' deki  satacağımız ev ile karşılamayı düşünüyorduk. Bu yüzden Erenköy'deki evimizi en kısa sürede satmamız lazımdı. Ancak şimdi hesapta olmayan ikinci dükkan içinde acele para bulmamız gerekiyordu.

Dükkan İhalelerinin  sonucu bize mektupla bildirilecekti.Mektup geldikten sonra parayı yatırmamız için en çok bir aylık süremiz vardı. Şimdi zamanla yarışıyorduk.Öncelikle hemen evi satışa çıkardık. Ben bir yandan piyasadan olan alacaklarımı toplamaya çalışıp diğer yandan eşten dosttan borç para aramaya başladım. Satacağımız Erenköy'deki evimiz için gelen giden olmuyordu.. Arda ile her akşam yürüyüşe çıkıyor hesap kitap yapıyor bu telaşımızı paylaşıyorduk.  Emlakbank'tan gelecek sarı zarfın daha geç gelmesi için de dua ediyorduk..

Bu arada ev için ciddi bir alıcı çıkmıştı ama onlar da bu kararı vermeden önce Mimaroba'daki Emlakbank projelerini görmek istiyoruz dediler.Alıcıların O projeleri gördükten sonra bizim bu şartlarda evi satmamız zor görünüyordu. Ancak Mimaroba  çalıştıkları iş yerlerine uzaktı. Bu yüzden evi satmamız için hala şansımız vardı.  Emlakbank'tan dükkanlarla ilgili beklediğimiz sarı ihale zarfı geldiği gün evimizin müşterisi de evimizi satın alma kararını vermişti.

Evin satışı ve yakın dostlarımdan aldığım borçlarla iki dükkanın da sahibi olduk. Çok zorlandığımız bu borç ödemeleri kısa sürede bizim için gerçekten karlı bir yatırıma dönüşmüştü.

Gemileri yaktık ve Mimaroba'da yaşamak için kollarımızı sıvadık.

Emlakbank'ın Mimaroba ve Sinanoba'da yaptığı konut projeleri beş aşamalıydı.. Biz ilk olarak birinci kısımda son kalan evlerden ev alıp Mimarobaya yerleşmiştik. Mimaroba da  oturmaya başladığımızda ikinci ve üçüncü kısımlar daha yeni yapılıyordu ve yapıldıkça satışa sunuluyordu.  Ödemeler  uzun vadelere yayıldığı için de cazipti.

Üçüncü kısımdaki evimizi de yine proje üzerinden yerini ve konumunu uzaktan görerek satın almaya karar verdik. Yeni evimizin projesi artık çok daha güzeldi. artık 3+1 ve net 135m2 lik bir evimiz vardı.

Üçüncü kısımdaki bu evimizin iç tasarımını  zeminler, mutfak, banyo, duvarların hepsini  kendi zevkimize  göre tasarladık ve döşedik.

Mimaroba 313 A blok

7.  Sunfolver/Silivri

2004-2016

Apartman hayatından, problemlerinden  kurtulmak ve müstakil bir evde oturmak hayalimizdi..
Silivri projemiz böyle başladı.


Sunflover Evleri


Biz Arda ile konut projelerini incelemeyi gezintilerimizin bir parçası haline getirmiştik.

Sanırım 2003 yılında bir Çorlu dönüşünde Silivri'ye gelmeden yolun sağında henüz bir kaç tane yapılmış olan Sunflover evlerini görmüş, dolaşmış ve çok beğenmiştik.

Ancak bize göre hem çok pahalı hem de şehre uzak olması nedeni ile bu proje öyle kalmıştı.





Birkaç yıl sonra yine bir Tekirdağ dönüşünde bu evlere bir daha bakalım dedik. Bu sefer İkinci el olarak bize gösterilen ama önceki sahibi henüz evden çıkmadığı için gezemediğimiz bu ev üzerinde satın almak üzere bir anlaşmaya vardık.


Sunflover'daki  Evimiz
Artık 725 m2 bir arsa içinde bahçeli ve havuzlu müstakil dubleks 3+1 275 m2 bir evimiz vardı.
10 yıl içinde yaz-kış oturup işimize buradan gidip geldik.  Dostlarımızla çok güzel vakitler geçirdik. Şimdilerde sadece Nisan-Ekim ayları arasında yazlık olarak kullanıyoruz.


8.Papatya- 1 / Beylikdüzü

2010-2013

Silivri Sunflover evlerinde yaz kış yaşamaya başlamıştık. Benim bürom  Mimarobada olduğu için işe gidip gelmek benim için sorun değildi. Ancak Arda özellikle kış aylarında İkitelli' deki işine gitmek için çok erken kalkıyor  ve güzergah olarak TEM i kullanması gerekiyordu. Bu yol da kışın ve özellikle akşam dönüşlerinde çok tehlike arz ediyordu.  Son zamanlarda TEM'de başımıza garip garip olaylar geliyordu..

Bu yüzden kış dönemini daha önce almış olduğumuz Beylikdüzündeki 70 m2 lik 1+1 küçük evimizde gçirmeye karar verdik.  Evimiz küçüktü ama kullanışlı, merkezi ve sıcacıktı.. Bu evi daha pratik eşyalarla çok az maliyetle ve canlı renklerle döşemiştik. Kışlık giysilerimiz bu evdeydi, yazlıklar Silivri'de..  Merkezi bir yerde olması nedeniyle hareketli bir yaşam sunuyor, TEM'e bağlantı hemen kuruluyordu.



     
Papatya1 Salon

Papatya Evleri
   
























9-Semerkand Line/Beylikdüzü

2013- Devam ediyor

Silivri'de kışın yaşamayacağımıza karar verdikten sonra , Papatyadaki 1+1 olan kışlık evimiz yerine çevresi daha güzel ve biraz daha geniş  bir evimiz olursa iyi olacağına karar verdik.

Bu arada Arda sürekli araştırma yapıyor, dolaşıyordu.. Bir kaç projeyi dolaştıktan sonra  bana da gösterdi.  Bu projelerden bizim için çok merkezi bir konumda olmasından dolayı yine Beylikdüzü'ndeki Semerkand Line  uygun göründü.

Ancak aşağı yukarı bitmeye yakın olan bu projede ev seçme şansımız fazla yoktu. Bu yüzden bahçe katı net 2+1 bir ev için sözleşme imzaladık.



Semerkandline/Salon



Semerkandline
                                                                 
Ancak eve girdikten ve bu evde 2-3 ay yaşadıktan  sonra giriş katının umduğumuz kadar müstakil olmadığını gördük  Aslında çok güzeldi, önünde bir yeşil alan ve balkon vardı.

Biz bu projeyi beğeniyorduk.  Bu yüzden yine bu projede ev aramaya başladık. Bir günde karar verip ikinci günde yine 2+1 bir ev için anlaşma yaptık.   Aynı zaman diliminde Düya Seyahatine çıkacaktık ve gitmemize 10 gün kalmıştı.  Taşınalım mı? yoksa dönünce mi taşınalım? kararımızı da netleştirdik ve yine iki günde her şeyi organize edip yeni evimize taşındık.   Bu kez yan blokta ve 7. kattaydık,  Gözümüz arkada kalmadan  56 günlük Dünya Seyahatine  çıktık.

Artık kışın evimiz Semerkand Line / Beylikdüzü, Yazın ise Silivri /Sun Flover olarak yaşamaya devam ediyoruz.

Bakalım bundan sonrasında neler olacak?




18 Eylül 2015 Cuma

Her Şeyin Başı Sağlık



Maddi veya manevi ne zaman bir şey kaybetsek veya bir problem yaşasak dostlarımız bize veya biz dostlarımıza dilimizin ucu ile amaaan  "Sağlık Olsun" der geçeriz.

Temenni olarak söylenen bu cümlede bir boşvermişlik olsa da ben çok beğenirim. Çünkü hayatımızın en büyük varlığı ve zenginliğimizin   sağlığımız   olduğunu düşünürüm...

İsterseniz bir bakalım sağlıklı veya sağlıksız olmak hayatımızı nasıl etkiliyor ;


Sağlıklı olursak neler olur ;

Bir Latin yazar dini bir anlamı da olsa ne güzel söylemiş  :  "Sağlıklı bir bedende,  sağlıklı bir kafa vermesi için Tanrıya dua etmelisin."  Yani sağlıklı düşünmek için sağlam bir vücuda ihtiyacımız olacak.

Sağlıklı insan yaşamın olumlu yönlerine ve gülen yüzüne sahiptir.  



Peki mutlu ve huzurlu yaşam yolculuğumuzun en önemli kriteri  ve hatta olmazsa olmazı olan sağlığımıza yeterince önem verebiliyor muyuz.? Onu olması gerektiği gibi koruyabiliyor muyuz.?

Her dönemde sağlığımıza önem veriyor ve onu koruyabiliyoruz demeyi çok isterdim.
Aslına bakarsanız sağlığımızın korunması aynı zamanda anayasal bir hakkımız.
Anayasamıza göre “Herkes sağlık hakkına sahiptir"

Sağlığın doğumla başlaması ve ömür boyu devam etmesi gerektiğini ,Sağlıklı olmanın  da doğru beslenme dışında en önemli koşulunun da spordan geçtiğini ve sporun da yaşla hiç bir ilgisi olmadığını  ne yazık ki yeterince kavrayabilmiş değiliz.

Vücudumuzla haşır neşir olduğumuz en önemli gençlik dönemlerimiz eğitim dolayısıyla okullarda geçiyor.
Bunun için öncelikle olması gereken bu eğitim dönemlerimizde eğitimin de en önemli bir parçası kabul edilen bir spor yapabilmektir. Bu konuda hem devletin düzenleyici rolüne hemde bireylerin bu konuya gereken önemi vermeleridir. Yabancı ülkelerde devletin bu düzenleyici rolünü yaptıkları parklar ve spor alanları ile açıkça görmekteyiz.

Gençliğimizde sağlığımız için atacağımız bu temeller bizi ileri yaşlarda rahat ettirecektir.
Ama yapacağımız sporun da sağlığımız için bir ömür boyu olduğunu da unutmayacağız.

Sadece ulaşım için kullandığımız arabamızın ömrünü uzatmak için  ona iyi bakmamız gerekiyor. Bakımı için onu belli periyotlarda mutlaka servise götürmek zorundayız. Yoksa arabamız bizi yolda bırakacaktır.
Bir arabası olan ailenin yıllık ortalama otomobil gideri  min. 3.000 - 4.000 TL civarındadır.. (Trafik, Kasko, Bakım, Yıllık Vergi, Muayene vb..). 

Ne kadar spor yapsak da vücudumuzun zamanla yaşlandığını göz ardı edemeyiz.Onun için belli periyotlarda onu da kontrol ettirmek zorundayız.
Peki bir ömür boyu aralıksız kullandığımız vücudumuzun bizi yolda bırakmaması için de gerekli kontrol ve bakımlarımızı  yaptırabiliyor muyuz?  Sadece ulaşım için kullandığımız arabamız için yaptığımız harcamalar kadar, hatta onun yarısı kadar bir harcamayı vücudumuzun sağlığı için yaptırabiliyor muyuz.?

Doğrusu yapıyoruz demek isterdim.  Aslında doğrusu da hiç şüphesiz bu olması gerekir.

Aslına bakarsanız hayat yolculuğumuzda ulaşım için kendimize bir çok seçenek yaratabiliriz. Hatta hiç de şahsi ulaşım aracımız olmasa da olur.  Ama kendimize iyi bakmazsak ve sağlığımız için yeterli önemi göstermezsek bu hayat yolculuğumuzun  riske gireceğini  neden bilmeliyiz. !

Bize bir ömür için verilen bu vücudumuz  tek kullanımlıktır.  Bir daha yenisi asla verilmeyecektir.

Doğumdan ölüme kadar  yaşam şölenimize, huzur ver mutluluğumuza eşlik eden en büyük zenginliğimiz sağlıklı olmaktır.. " onun için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız.

Bütün bunları söyledikten sonra ben ne kadar sağlığıma dikkat ettim ve ne kadar sağlıklı yaşadım.
Hemen hemen herkesin  nezle , grip ,  yara,  bere, özellikle diş tedavileri  gibi küçük sağlık problemleri olmuştur. Benim de ayakta geçirdiğim bu küçük sağlık sorunları dışında yatarak tedavi gördüğüm sağlık problemlerim  oldu . Ve bu sağlık duraklarına uğramak zorunda kaldım.

Yaşadığım bu sağlık problemlerinin benim hem hayata bakışımı  hem de yaşam felsefemi çok değiştirdiğini düşünüyorum.


İşte Onlar ;

İlkokul Yıllarımda Dizime İğne Battı..

İlkokul 'da idim. Yine bir yaramazlık sonunda beni  kovalayan komşudan kaçıp eve gelip divanın altına saklanmıştım. Adam bağırıp çağırıp geri dönerken ben de adamın gittiğini görmek için penceremizin önündeki divana dizlerimin üzerine atlamıştım. Atladıktan sonra dizimde bir acı hissettim Annem divanın üzerindeki kırılmış iğneyi görünce iğnenin yarısının dizimde olduğunu anladı.  Dizimi oynatamıyordum.

Annem beni sırtına alarak önce Eyüp SSK hastanesine götürdü. Hastane yetkilileri bu operasyonu yapamayacaklarını söyleyince  Şişli Etfal hastanesine gitmek zorunda kaldık. Annem yanımda olduğu halde hastanede yatmamak için çok ağladığımı hatırlıyorum. Burada yapılan ilk operasyonda alınamayan iğne ancak 2. operasyon sonunda paslanmış olarak çıkarılabildi ve bir şişe içerisinde " " "yaramazlığının neticesi budur, şansın varmış ki kemiğe saplanmış, yoksa beyne kadar yürür giderdi" diye bana verilmişti.


Ortaokul Yıllarımda Bileğimin Çatladı ...

Çok hareketli bir çocukluğum oldu. Sabahtan akşama sokaklarda oyunlar oynardık. Bu oyunlar esnasında kavgalar hiç eksik olmadığı için çoğu zaman eve yara bere içinde gelirdim.

En çok yokuş olan mahallelerimizin ortasında bulunan   düzlük   dediğimiz yerde oyunlar oynardık.Tamamen ağaçlarla kaplı bir alandı.En çok da incir ağaçları vardı.  Bir keresinde uzaktan sıçrayıp iki elle tutup sallandığım incir ağacına tutunamayıp elimin üstüne yere düşmüştüm.

Acı içinde kıvrandığım halde yine de oyunu bırakıp eve gidememiştim. Akşam eve gittiğimde ağrımın devam etmesi üzerine,  Babam ertesi gün beni Sütlüce'de bir  çıkıkçıya  götürdü. Bileğimde çatlak vardı.  Çıkıkçı bileğimin üzerine patates ve yumurta karışımı bir şeyler sürerek kolumu askıya aldırmıştı. Kısa zamanda eski haline döndüm ve yine ağaçlara tırmanmaya devam ettim..

Üniversite Yıllarımda Gözümde   Retina Yırtılması oldu...

İktisadi Ticari İlimler Akademisi  2. sınıftaydım.  Bir gün  anfide  ders dinlerken bir gözümü kapattığımda diğer gözümün bulanık gördüğünü farkettim. Gözümü oğuşturdum.. ama yine bulanık görüyordum.  Yorgunluktan olabilir diye düşündüm ama geçmediğini görünce Cerrahpaşa Tıp Fakültesine muayene için gittim. Muayene sonunda gözümde retina yırtılmasına bağlı olarak "Dekolman " teşhisi konuldu.




Bunun için ameliyat olmam gerekiyordu.  Bu operasyonun yapılabilmesi için,  ameliyattan önce 15 gün sırtüstü ve gözlerim kapalı olarak yatmam lazımdı.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde  hastaneye yattığımda  operasyon öncesi zorunlu olarak 15 gün gözlerim kapalı ve sırtüstü yatmak benim için çok kötü bir deneyim oldu.  Çok zorlandığımı hatırlıyorum. Yatağa bağımlı hale gelmiştim...Bütün ihtiyaçlarım başkaları tarafından karşılanıyordu, yani başkalarına muhtaçtım.  Hiç kimseyi göremiyordum... Gelen kişileri seslerinden tanımaya başlamıştım.. Ayak seslerini dinliyordum. Bir ziyaretçim veya hasta bakıcı gelse onları ayak seslerinden tanımaya başlamıştım..  Bu yüzden son günlere doğru çok duygusallaştığımı hatırlıyorum.

Bir de operasyon sonrası ne olacağını bilmiyordum, çok endişeliydim...  Dünyam kararmıştı..

Ancak o zaman görmenin, yürümenin ve hareket etmenin insan hayatında ne kadar değerli ve önemli olduğunu anlıyordum. Yaşamak için başkalarına muhtaç olmanın bütün zorluklarını gördüm  ve bütün bunları yaşayarak öğrendim.  Gözlerimin kapanıp yatağa bağımlı olduğumda hayatımı sorguladım. Bu hastane günleri benim hayata bakışımda çok önemli bir rol oynamıştır.

15 gün yattıktan sonra bu ameliyat için yeterli ekipmanın Cerrahpaşa'da olmadığı ortaya çıktı.
Yani ben bu hastanede on beş gün gözlerim kapalı ve sırtüstü yatarak bu eziyeti boşuna çekmiştim.

Daha sonra ameliyat için Çapa Tıp Fakültesine naklim yapıldı. Burada yapılan ışın tedavisi ile retinadaki yırtık dikildi.   6 Şubat 1975.  Yapılan bu ameliyatla ancak görme kaybımın daha fazla olmasının önüne geçildi.  Daha önce yaşadığım tüm sağlık sorunlarımda olduğu gibi babam çalışmak zorunda olduğu için yanımda hep " Annem" vardı..






Yanımda olan küçük not defterime günlük olarak o gün neler olduğunu yazıyordum..

İşte 40 yıl boyunca sakladığım defterim..


Bütün bunlardan sonra  gözümün uzun süre kapalı kalmasından dolayı  sağ gözümde bir kayma oluşmuştu. Bunu da Çapa'dan taburcu olduktan bir hafta sonra yine küçük bir ameliyatla tedavi ettirmiştim. 


2006  Yılında Yaşadığım Bel Fıtığını Aralıklarla Yaşıyorum...

2006 yılında Silivri'de bahçede çalışırken sanıyorum yaptığım ters bir hareket sonucunda belim tutuldu. Silivri' de hastaneye gittim.   MR'ım ve röntgenler çekildi,  Nöroloji doktoru muayene etti, bazı ilaçlar verdi.  Omurlarımdan birinde bir sıkışma olduğunu,  bundan sonra ağırlık kaldırmamamı, yanlış bir hareket yaparsam veya ağırlık kaldırırsam bu problemi tekrar yaşayacağımı söyledi..  Bu yüzden artık yanlış bir hareket yapmamaya dikkat ediyorum.



2008 yılında Diş İmplantı yaptırdım...

Diş bir çok insanın maruz kaldığı en önemli sağlık problemlerinin başında geliyor..  Yanlış beslenme  ve sağlıklı diş bakımı yapmamam nedeni ile önce çürüklerle başlayan ve dolgu yapılan dişlerim daha sonra köprülerle devam etti.

Arda ile birlikte bütün diş tedavilerimizi yapan Şişli'deki doktorumuz Bekir Değer meslekte 60. yılını kutlamış.  Doktorumuz  80 yaşlarında elleri pamuk gibi yumuşacık ve eli titrese de doktorluğunu büyük bir coşkuyla devam ettiriyor, bir çok operasyonu da asistanına yaptırıyordu..

Yalnız son gittiğimde yapacağı köprü için ödeyeceğim ücreti her sorduğumda  lehime olarak düşürse de doktorum çok sevdiğimiz bir insan.  Implant tedavisi yapmadığı için ben de başka bir doktora gidip yaptırdım..  İmplantlarımı yaptırdıktan sonra bir gün Arda'nın diş tedavisi için kendisine gittiğimizde benim de dişlerime baktı, muayene etti ve çok başarılı buldu.
"Aslında benim de yaptırmam lazım ama çok korkuyorum !"  dedi.. Buna çok gülüşmüştük..

Çok sık yaşadığım diş problemlerinin kesin çözümü için  implant yaptırmaya karar verdim.
Dört alt çenede, dörtte üst çenede olmak üzere yaptıracağım diş implant tedavi merkezi aramaya başladım.  Önce Acıbadem Beylikdüzü'ne gittim sekiz adet implant için aldığım fiyat 22.000 TL pahalı gelince,  başka alternatifler aramaya başladım.

Bu arada bir arkadaşımın tavsiyesi ile Aksaray Vatan Caddesindeki bir doktordan randevu aldım. Benim amacım  hem bir fiyat almak hemde operasyon hakkında bilgi almak ve yapılacak işin boyutunu öğrenmekti.
Doktor beni muayene etti ve bu  implant işlemini  yapabileceğini ve bu işlemin bana 12.000 TL  ye mal molacağını söyledi... Çok açık ve samimi bulduğum  Dr. Salih Alagül' le operasyon için anlaştık. İmplant operasyonunu internetten izlemiş ve kafamda da çok basite indirgemiştim. Hatta televizyonde doktorlar 3 dakikalık iş diye bahsediyorlardı.. Bir an önce de yapılmasını istiyordum.

İyi ki öyle düşünmüşüm. İmplant işlemleri başlamadan önce mevcut dişlerim törpülendi ve geçici dişler takıldı, bazı dişlerim çekildi..  Daha sonra vidalama işlemi için gittim. Vidalamanın olacağı yani imlantların çakılacağı günün öğleden sonrası için  kendi rutin iş proğramı mı da yapmıştım.

Yaptığım iş programına göre sabah doktora gidip implant işlemini yaptıracak,  öğleden sonrada Kadıköy tarafına geçip muhasebe müşterilerimle görüşecektim....

Ben bu implant işlemini ne kadar basite aldığımı sabah doktorumun yanında iki doktor arkadaşının daha olduğunu ve operasyonu beraber yapacaklarını öğrenince anladım.

Operasyon başlamadan önce doktorum bana  kiminle geldiğimi sordu.
-Yalnız geldim neden soruyorsun?  dedim.  "
-Araba kullanabilecek misin? yani nasıl döneceksin?  deyince ve yapılacak operasyonun nasıl olacağını anlatınca bu işlemin benim düşündüğüm gibi çok da basit olmayacağını anlamıştım. Ama artık iş işten geçmişti.  Büyük bir sürpriz yaşıyordum.

Önce üst daha sonra alt implantlar yapıldı.Operasyon sonrası için ağrı kesiciler verildi. Ben o gün için yaptığım iş programımı iptal ederek doktorun elime verdiği ve yüzüme yapıştırdığım buz torbası ile bir elim direksiyonda biraz sonra yaşamaya başlayacağım ağrılarımla birlikte eve dönmek zorunda kaldım..  Bu tedavi için kendi kendime iki ayda biter herhalde diye düşünmüştüm.. diş tedavim yaklaşık sekiz ayı buldu.



Emekliliğimin ikinci yılında (Mart 2015) Anjiyo oldum.

Bir süredir akşamları yatmadan önce göğsümün üzerinde hafif bir sıkışma hissediyordum.  İster istemez bu sıkıntımı dillendirmesem de acaba kalple ilgili bir sorunum var mı?  demeden de edemiyordum..  Düzenli spor ve yürüyüş yaparım ve hiç de yarı yolda kalmadım.. ama yine de bir süphe duyuyordum..


Acıbadem  Atakent-Halkalı hastanesinden Kardiyoloji için randevu aldık.    Doktora göğsümdeki sıkışmayı anlattım.  Ayrıca  ağabeyimin birkaç yıl önce kalp krizi geçirdiğini, anjiyo olduğunu ve stend takdırdığını söyledim.  Bunun üzerine doktor efor testi yapılmasının iyi olacağını söyledi.



Koşu bandı üzerinde yapılan üç aşamalı efor testini hiç bir problem yaşamadan tamamladım.

Efor testini yapan görevli de eforla ilgili hiç bir problem olmadığını söyleyerek raporumu verdi. Raporumu beni muayene eden doktora göstermek için beklemeye başladım. Doktor uzunca bir süre yerine dönmeyince  nasıl olsa eforda da bir problem yaşamadığım için raporu doktora gösterip göstermeme noktasında bir tereddüt yaşadım.

Derken  görevli doktorun yerine geldiği söylendi. Doktor eforu inceledi.  Raporun son iki sayfasında bir problem gördüğünü ve Anjiyo olmam gerektiğini söyleyince çok şaşırdık.

Bir hafta sonrası için de bana randevu yazdığını söyledi.

Bu olay beni çok şaşırttı. Çünkü efor testinde bana göre herhangi bir problem yaşamamıştım.Ve ben efor testindeki yürümenin çok fazlasını zaten her gün yapıyordum.Aklıma efor testinin yanlış olabileceği veya doktorun hemen bir anjiyo yapalım demesinden ticari bir endişesi olduğu izlenimi aldım.

Hastane dönüşünde aldığım efor testini Beylikdüzü'nde check-up yaptırdığımız kliniğe götürdük ve oradaki doktorlarımıza gösterelim dedik.  Doktor efor testini görünce eforun  yanlış olması ihtimalinin olmadığını, bu efor testine göre damarlarımın incelenmesinin iyi olacağını daha net bir biçimde söyleyince bende bu durumu kabullenmeye başladım.

Yine de bir kez daha gösterelim dedik ve bu kez Beylikdüzünde  Medicana Hospital'e gittik. Bu Hastanede de efor sonuçlarını gören doktordan  yine aynı cevapları alınca operasyon için bir düşünelim deyip eve döndük.

Anjiyo yaptırmak fikri kafamızda netleşince hem bu durumu teyit etmek hem de Florans Nightingale'de görev yapan bir cerrah arkadaşımın görüşüyle bir de bu hastanedeki bir Doçent'ten randevu aldık.

Bu hastanenin iki yüzü var biri ön kısımda özel sigortalılara bakan lüks hastanesi diğeri onun arka tarafında SSK hastalarına bakan bana göre ikinci sınıf SSK hastanesi var. Bu hastanenin dar koridorları ve küçücük doktor muayene odaları var ve çok sayıda hasta var. Kayıt parasını yatırdıktan sonra beni muayene edecek doktoru dar bir koridorda ayakta bekledik... Çünkü koridor o kadar dar ki bekleyenler için oturacak bir kanepe koymanın imkanı yok.

Doktora  şikayetlerimi ve Acıbadem Halkalı'dan aldığım efor testini gösterdim. O da hemen anjiyo olmamın iyi olacağını, bir riski olmadığını, her gün 25-30 anjiyo yaptıklarını  söyledi..

Ne olacak? nasıl olacak?  sorularına sıra gelince müsaade isteyip görevi başkasına devretti.  Hesap kitap işleri ve bilgilendirme için başka bir görevliye havale edince  bu hastanede operasyon için ikna edilmekten çok  ticari  yaklaşımın daha önemli olduğunu hissettim..

O sırada atletli hastalar anjiyo için tekerlekli sandalye ile  anjiyoya girip çıkıyorlardı.  Hastanenin fiziki durumunu daha iyi anlayabilmek için Arda ile anjiyodan çıkan hastaların bekletildiği kata çıkıp dolaştık.  Yan yana yataklarda refakatçilerin odanın pencere pervazlarında beklediği, hasta yakınlarının  doktordan bilgi alabilmek için etrafta koşuşturduğu, tüm kata bir doktorun bilgi dağıttığını, bunu da dosyalarından okuyarak yaptığını görünce  üzerinde düşünmeye bile gerek kalmadı.. Tercihimizi Acıbadem'den yana kullandık..

Bir hafta sonrasına Acıbadem Halkalı hastanesinden  anjiyo için randevu aldık.  Arda ve Oğlum Gürcan'la birlikte saat 10:00 da hastaneye gittik. Ağabeyim ve Nurşen hastaneye bizden önce gelmişler... Heyecanlıyım...

İki türlü Anjiyo işlemi yapılıyor. Birincisi bilekten, diğeri kasık damarından..  Öncelikle bilek tercih ediliyor çünkü kasıktan yapıldığında hasta yataktan kalkamıyor. Bilekten olunca hemen kalkıp evine gidebiliyor..

Arda Anjiyo için hastane kaydımı yaptırdı.  Beni anjiyoya hazırlamak için tertemiz özel bir bölmeye aldılar .. Giysilerimi çıkarttım,  Florance Nightingale'deki atletin tersine  mavi arkadan bağcıklı operasyon önlüğünü giydim ve benim için hazırlanan sedyeye uzandım.

Tansiyonum ölçüldü ve çok yüksek çıkınca düşürmek için bazı haplar verdiler. Sağ bileğime damara ilaç enjekte etmek için kateter takıldı.ve serum bağlandı...

Saat 11.00 de sedye ile operasyon odasına aldılar. Hazırlık aşamasında önce sağ bileğim iğne ile uyuşturuldu. Daha sonra görevli bana  bileğimden ilaç verecekleri konusunda beni uyardı ve sağ bileğinde bir sıcaklık ve hafif bir acı hissedeceksin ama endişelenecek bir şey yok dedi. İlaç veriliyor.sağ kolumda bir yanma ve sıcaklık hissediyorum.ama o tarafa hiç bakmıyorum. Bu arada ağzıma bir avuç hap atıyorlar ve bu hapların kanımın sulandırılması ve akışkanlık sağlaması için yapıldığını öğreniyorum.Bu arada doktorum geliyor. Halimi hatırımı soruyor. Bende gördüğünüz gibi yan geldim elim kolum bağlandı kuzu gibi yatıyorum diyorum..

Anjiyo işlemi başlıyor. Doktorun elinde mause gibi bir aletin olduğunu düşünüyorum. Bilgisayar ekranında devamlı bir hareket görüyorum. Sol tarafımdaki bilgisayar ekranı devamlı göğsümün  10-15 cm üzerinde dolaşıyor. Aşağı-yukarı, sola-sağa gidip duruyor.bu işlem sanırım  20-30 dakika kadar sürdü.

Daha sonra doktor yanımdan ayrıldı. Bu arada ben endişe ile bekliyorum. Beklerken aklıma stend takılacağı bunun için doktorun Arda'dan izin almak için gittiği düşüncesi geliyor.

Neyse bir süre sonra doktor geldi ve 2 tane tali damarımda %50-60 seviyesinde bir daralma olduğunu bunun için de stend takmaya gerek olmadığını bir altı yedi ay sonrada tekrar muayene olmam gerektiğini söyledi..  Bu daralmanın da vereceği ilaçlarla tedavi edilebileceğini söyledi.

Bu durum beni çok rahatlattı.Bekleme odasına alınırken Arda'nın yüzündeki endişeyi ve üzüntüyü görmemek   imkansızdı. Gürcan , Ağabeyim ve Nurşen beni karşıladıklarında rahatlamıştım.
Biraz sonra doktor da  yanımıza gelerek içeride bana söylediklerinin hepsini Ardaya'da anlattı.

Anjiyo için bileğime takılan kateteri çıkartmaları için kanın durması gerekiyordu bunun içinde  1-2 saat daha beklemem ve bu süre içerisinde bir litrelik suyu bitirmem gerekiyordu.

Anjiyo sonrası 
2-3 saat sonra Kateteri çıkarttılar, taburcu oldum..  Çıkışta doktoruma uğradık, üç çeşit ilaç yazdı. "Tansiyon hastası değilsiniz ama bir tansiyon ilacı , kolesterol hastası değilsiniz ama bir kolesterol ilacı kullanmanız önlem olarak iyi olacaktır" dedi.. Bir de kanı sulandırmak için Aspirin verdi.. 

Hiç ilaç kullanmaya alışık olmadığım için  "bunları ne süre ile kullanacağım"  dedim..  "Ömür boyu"  dedi..  "Aslında stend taksaydık 7 tane ilaç kullanacaktınız, şanslısınız :))" 

 .Hastaneden ayrıldık.  Dönüşte ailecek Küçükçekmece'ye uğradık Kuru fasulye- döner yedikten sonra istirahat için eve döndük.ve ziyaretçi kabulüne başladık.

İlaçları kullanmaya başladım. Günler geçtikçe Arda  enerjimin azaldığını ve daha yorgun görünüyorsun" dedi ve internetten araştırmalara başladı.  Tanıdık eczacı arkadaşlarımıza da sorduk, birisi tansiyonu, birisi kolesterolu bırakın deyince biz ikisini de bıraktık. 

 İlaç içmekten vazgeçtim.  İlaç yerine yaşam şeklimizde bir değişiklik yapmamızın daha doğru olacağını düşündük.  Ben ilk olarak şekeri bıraktım. Arda bir diyetisyene giderek  "nasıl beslenmeliyiz?"  konusunda destek aldı.  Aynı diyeti uygulamaya ve sağlıklı beslenmeye dikkat ettik. Yaptığımız diyet sonucunda  beşer kilo verdik.  Güç içinde tüketmemiz gereken besin gruplarını, miktarlarını ve saatlerini öğrenmiş olduk. Tatilde tam pansiyon otellere gitsek bile yemek düzenimizi koruduk :)) 

Şu sıralar göbek gittiği için pantolon ve şortlarımın düşmemesi için elim devamlı belimde 
pantolon topluyorum.  Kemer takmaya başladım.. 





Sağlığın kıymetini bilin,   Sağlıcakla kalın diyorum.






8 Eylül 2015 Salı

Dünya Barış Günü'nde Dede Oldum..



O gün geldi ve ben  resmen  DEDE  oldum.

Yani o gün 1 Eylül 2015  saat 12:56 da Torunumuz MERT dünyaya geldi.

O henüz bizi tanımıyor ama biz O'nu tanıyoruz.

1 Eylül  aynı zamanda  "Dünya Barış Günü" ilan edilmiş.Bir daha savaşlar olmasın diye..




Torunumuzun her 1 Eylül'de kutlayacağımız doğum günlerinin savaşın değil hele hele bu günlerde çok muhtaç olduğumuz barışın simgesi olmasını diliyorum. 



Bahar gelince çiçeklerin açması ,  ağaçların tomurcuklanması ve meyve vermesi yani tabiatın yeniden doğumu insanın içine nasıl büyük bir coşku ve mutluluk veriyorsa , geleceğimiz olan çocuklarımızın ve torunlarımızın  bize vereceği mutluluğu anlatmak imkansız olacaktır..


Yine de bu mutlu günü anlatabildiğim ölçüde paylaşmak istiyorum..


Torunumuzun doğumu için planlanan saatte İncirlide'ki Medical Park hastanesine gittik.

Biz gittiğimizde doğum odasında  gelecek akraba ve misafirlerler için hazırlanan hediyelikler, ikramlar, lohusa şerbeti,  cup-kekler, börekler ve diğer içecekler Oya'nın nezaretinde gözden geçirilip son hazırlıklar yapılıyordu.. 

Henüz annesinin karnında olan MERT' in büyük uçan balonlarla  yazılmış adı doğum odasında en büyük yeri işgal ediyordu.  Harflerin  odadaki yeri konusundaki farklı fikirlerimiz odanın tam ortasına yerleştirilerek çözüme kavuştu.







Odada otururken sohbet sırasında dünürüm torunumuzun Mert olan adını çok beğendiğini söyledi.. Çünkü torunum,  adı Murat olan dünürümün isminden üç harf" MRT"almıştı. Ben ise tek harfle Hamit'in  "M" si ile teselli bulmuştum. Yani dünürümle girdiğim dedelik yarışına üç bir yenik başlıyordum :))  İlk bunları konuşup takıldık birbirimize..




Genç Dedeler .. MURAT &  HAMİT


Doktordan gelen haber üzerine  Oya 12:30 da doğuma gitmek için hasta sedyesine yattı. 
Hepimizle vedalaşarak  Gürcan ve arkadaşı Esra ile birlikte ameliyathanenin yolunu tuttu.




Hepimiz O'nun peşinden aşağıya indik.. Ameliyathane kapısında ışıklı bir pano var. Hasta yakınları ameliyatları bu panodan takip edebiliyorlar.

Bu panoda  ameliyata girecek doktorlar ve hastalar  takip ediliyor.  Ameliyata alınan hastalar sarı , ameliyatı başlayan hastalar yeşil  , ameliyatı biten hastalar ise mor renk olarak bu panoda takip edilebiliyor ve panodaki bilgiler sürekli güncelleniyor.


Oya bu panoda  yeşil renkte ve doktoru ise Op.Dr. Berra Önsoy Gidemez ile  
 "ameliyat başladı "  safhasında.. .




Ameliyat odasından önce Oya'nın en yakın arkadaşı ve torunumuzun fotoğrafçısı Esra çıktı.. Doğumla ilgili ilk bilgiler ondan alındı.  Doğumun başarılı geçtiğini, Ameliyatın Doktor'un ikna etmesi sonucunda kısmi anestezi ile gerçekleştiğini öğrendik..   

Doğumun bu şekilde gerçekleşmesinin bundan sonra devam edecek tedavi sürecine olumlu bir katkı sağlayacağını öğrenmiş olduk.  Bu bizim için de sürpriz oldu..



Ekranda "ameliyat bitti"  mesajını gördükten 5-10 dakika sonra kapı açıldı hemşire dışarıya bebek küvezi  ile çıkarak  "Ulusoy Bebek"  diye seslendi.. 
İşte şimdi torunumuz  MERT geliyor.  

Onu ilk defa görüyoruz.  Bu muhteşem bir olay.  Arabanın etrafında torunumuzu daha yakından görme telaşımız var, herkes peşinden koşturuyor... İlk bakım için odasına götürülecek... Küvezin etrafında toplanıp torunumuza asansöre kadar eşlik ediyoruz.  Daha sonra bebek odasına alınan ve ilk doğum değerleri ölçülen torunumuzu anne babalar, arkadaşlar, akrabalar hep birlikte   cemakanın arkasından izlemeye başlıyoruz.   


Esra yine fotoğraf makinasıyla içerde bebeğin yanında fotoğraf çekmeye devam ediyor. Bize de içerden boyu ve kilosunu işaretle bildiriyor.  Mert  bu sırada yaygarayı basıyor ve yanında az evvel doğan kız bebeği uyandırıyor, hep beraber bu fotoğrafa gülüyoruz..


Mert'in her hareketi mercek altında,..En çok merak edilen kime benziyor? Bu konuda da herkesin bir fikri var.. Biz bu koşuşturmayı yaşarken, Dünürüm henüz ameliyathaneden çıkmayan kızını bekliyor.  


Biz daha sonra tekrar hasta odasına çıkıyoruz, beklemeye başlıyoruz. Veee az sonra OYA mutlu ve gülerek odasına başarılı bir şekilde dönüyor. Bebek odasından gelen torunumuz da ilk defa annesinin kucağında..






Bu kavuşma anının mutluluğunu  sanırım en güzel OYA  tarif edecektir. Daha sonra akrabalar ve ziyaretçiler bir bir anne ve oğulun buluşmasına ve mutluluklarına şahit olmaya başlıyorlar.. 



Bu arada doğum sonrası yanımızda olamayan dostlarımızdan tebrik telefonları da  gelmeye başlıyor. Gelen bu kutlamalarla ilgili bir genelleme yapmak istemiyorum ama bazı ayrıntıları da sizlerle paylaşmak istiyorum.

Tebrik için beni arayan henüz torun sahibi olmayan dostlarım şaka yollu   "artık dede oldun"  diyerek yaşlandığımı ima ediyorlar. Hatta bir çoğu açık açık  "yaşlandın"  diyorlar.


Diğer taraftan torun sahibi olan dostlarım ise bu olayın daha çok duygusal yanını ifade ederek "torunun gelmesi ile birlikte daha çok mutlu olacaksın, seni harika günler bekliyor"   diyorlar..


Yine bazı yakın dostlarım  ise bu mutluluğumuzu  sosyal medya üzerinden paylaşıyorlar.....


Torun sahibi olmam nedeni ile aldığım ve çok mutlu olduğum bu kutlama mesajlarının farklı bir yanı olduğunu da düşünmeden  edemiyorum.... İnsanlar mutlu günlerinde yakın dostlarını  ya yanında görmek ya da sesini duymak isterler diye düşünüyorum.. 


Mutluluğumuzu bizimle paylaşan tüm dostlarımıza sonsuz teşekkürler ediyorum.


Peki benim dede olduktan sonra gerçek hissettiklerim nedir.?? 


Bir kere ben dede olmakla yaşlanma konusuna tam tersinden bakıyorum. Yani torunumla birlikte daha çok gençleşeceğimi düşünüyorum. Çünkü artık birlikte oyun oynayacağımız küçük bir dostum olacak..


Mert'le birlikte hayata ve yaşamımıza   açılacak yepyeni bir penceremiz olacak.. Bu pencereden hayatımızın coşku ve rengini yeniden keşfedeceğiz,.


Mert'le birlikte daha da büyüyen ailemizle daha çok birlikte olup daha çok şeyi paylaşacağız..


Söyledikleri gibi "oğul sermaye, torun kar" .  Çocuk yetiştirmek hayata tutunma mücadelesi içinde büyük bir çaba gerektiriyor.. Biz mücadele ederken  çocuklarımıza ayıracak yeterli zamanımız ve sabrımız kalmayabiliyor..  


Sermayeden elde edilen kar yani torun ise emeğinin karşılığını almak gibi çok güzel bir duygu.. Artık toruna ayıracak çok zamanımız ve sabrımız  var. Bu yüzden dedeler ve torunlar çok şanslı diyorum.








Torun Mert & Dede Hamit



Sevgili torunum MERT  ;
Dünya Barış Günü' nde doğdun. Doğarken ağladın.


"Bu son olsun bu son"   diyor.  
 Tüm sevdiklerinle birlikte Sevgi,  Barış ve Huzur  içinde sana mutlu bir hayat diliyorum.







19 Ağustos 2015 Çarşamba

Dede Olmak...



Çocukluk ,Gençlik,Yetişkinlik ,Orta yaşlılık derken yeni bir dönem yaşlılık

Hayatımızın bu dönemlerini herkes için aynı " rakamlarla belirlemek "bana pek doğru görünmüyor.

Ancak bu dönemleri ben her ülke ve bireylerin yaşam koşulları olarak göreceli ve rakamlar dışında tarif etsem dahi,  "Zalim yıllar"  şarkısında olduğu gibi başkaları böyle görmeyebilir.

Çalışma hayatından ayrıldıktan bir süre sonra  otobüs ve metrobüslerde bana yer veren gençlerden "amca"  lafını duymaya başlamıştım.

Daha sonra tüm ulaşım araçları için geçerli olan 65 yaş üstü bedava seyehat kartını alınca bu yaş fikri daha çok bir temele oturmaya başlamıştı...

Ben yine de yaşlılıkla ilgili bu verileri çok fazla önemsemezken,  bugünlerde gelmesini sabırsızlıkla beklediğimiz torunumuz "MERT" hayatımızın bu yeni sayfasına damgasını vuracak gibi görünüyor.
 
Bundan sonra artık yeni bir lakabım olacak,"Hamit Dede"

Dede olmak fikri bir taraftan heyecan ve mutluluk verici, ama diğer taraftan bana yaşlılığımı hissetmiyor da değil.

Henüz  Dede olmaya kendimi tam olarak alıştıramadım.ama bu dönemin tüm çevremde gördüğüm gibi sevgi dolu ve heyecan verici bir dönem olacağını da biliyorum..


Yaşlılık fikri göreceli bir kavram olsa da, bana göre daha çok hiç bir uğraşısı olmadan yalnız kalma duygusunda yatıyor., Yani yaşamımızda bir duraklama ve sessizlik dönemi...

Bu bakımdan Torun sahibi olmak yaşlılığın bir kıstası olabilecegi gibi aynı zamanda yaşlılığın antitezi de..  Bizi durağanlıktan çıkarıp daha fazla çocuklarımızın yanında olmaya teşvik edecek, bize daha hareketli ve daha beklentisi bol bir hayat sunacaktır.

Bizim henüz uğraşı ve bitmek bilmeyen seyahat planlarımız devam ediyor ama torunumuzun hayatımıza yeni bir renk ve ses getireceğini biliyor ve bunun heyecanını yaşıyorum.


"Mert Bebek" bir an önce gelmeni bekliyor ve tüm sevgimle gelmene kısa bir süre kala 
"Sahne senin"  diyorum.