5 Haziran 2014 Perşembe

İstanbul'a Göç Hikayemiz..




Nüfus Kağıdıma göre 4 Şubat 1950 tarihinde Ordu Mesudiye Çavdar Köyünde doğmuşum.
Neden doğmuşum diyorum çünkü O dönemlerde köyde olan ve ebe tarafından yapılan doğumlar hem belgelenemiyor.hem de Nüfus Müdürlüğü ilçede olduğu için hemen  kayıt altına alınamıyordu.  Zaten benim Nüfus Cüzdanım da Mesudiye nüfus idaresinden  doğumumdan bir yıl sonra 20 Kasım 1951 de verilmiş.

Hatta abim ile amcamın oğlunun nüfus kayıtları karıştırılmış.  Çünkü o zamanlar çocuklar doğar doğmaz nüfusa kayıt yaptırmak yerine bir kaç çocuğun doğumunu bekleyip hepsini birden kayda geçiriyorlarmış. Abimle birlikte kayıt ettirilen yeğenimin doğum tarihleri de karıştırılmış.  Bu yüzden nüfus kağıdında abim 2 yaş büyük görülür.


Çocukluğumun defter şeklindeki Nüfus Kağıdı 
Doğum tarihim ve nüfusa kayıt tarihi arasındaki  yıl farkı



Eskiden aileler hep birlikte otururmuş.  Bizim de Mesudiye deki evimizde  babaannem, iki amcam eşleri, onların çocukları  ile birlikte toplam 5 çocuklu  üç aile birlikte yaşıyormuş.

Babam  Faik,  Annem Saliha




1946 da Abimin doğduğu yıl  babam  askere gidiyor.   O zamanlar askerlikler uzun.. tam 3 yıl askerlik yapıyor.  1949 da  dönüyor.  Aileler birlikte yaşadığı için 3 yıl çok zorlu geçiyor.  Zaten o zamanlar ülkemizin durumu hiç de iç açıcı değil... henüz Kurtuluş Savaşı'ndan yeni çıkılmış.. İkinci dünya Savaşı  yeni bitmiş,
Erkekler savaşlarda telef olmuş, askerlik belki de bu yüzden bu kadar uzun..


O zamanlar Nüfus Kağıtları defter şeklindeydi. İçindeki sayfalara askerlik durumu da işlenirdi. 
Babamın Nüfus Kaydındaki askerlik kayıdı..


O yıllarda savaşlardan yeni çıkmış Dünya'da ve  ülkemizde  sanayi ve  tarım yeterli seviyede değil... . Cumhuriyet yeni kurulmuş.

Babam askerden dönünce  ülkenin bu yokluk ve yoksulluğu  içinde  kalabalık nufüsun geçimini sağlamak giderek zorlaşmış.  Sadece tarlaların ekilip biçilmesi ile geçim sağlanamaz ve kalabalık nüfusa yetmez olmuş.

Bir arada iki-üç aile aynı evin içinde yaşamanın zorluğu bir yana, ekonomik zorluklar  babamı ve amcamı  başka alternatifler aramaya yöneltmiş.. Böylece bizim ailemiz için de umut kapısı İstanbul'a göç başlamış..  Babam ve amcam da bizim köyden ilk yolcular olmuş..


O zamanlar  nüfusun çoğu köylerde yaşarken (%75)   1950 den sonra göçle birlikte köy nüfusu azalmış   (%22)  ve kent nüfusu artmış..Yani nüfus köylerden kentlere yer değiştirmiş.

1950' li yıllardan itibaren yeni yeni sanayileşmeye başlayan  taşı toprağı altın olan İstanbul'a  tüm Türkiye'den göçler başlamış... Aşağıdaki tabloda da görüldüğü gibi 1927 de 680 bin, 1950 de 983 bin, 1970 te 2 milyon..

Bu yıllarda göç veren illerin başında da  Ordu ve ilçesi Mesudiye geliyor.
Bizim köyden de birçok insan yeni umut kapıları olan İstanbul ve Ankara'ya göç ediyor.


İlk önce bizi köyde bırakıp  sadece ailenin erkekleri babam ve amcam İstanbul'a geliyorlar.. Aileleri için fırsat kollamaya ve iş bulup bir düzen kurmaya çalışıyorlar.  Babam   İstanbul'a geldiğinde önce  Heybeliada 'da motorlardan kum çektiğini,   inşaat işlerinde çalıştığını daha sonrada  Defterdar' da dokuma üreten  Adalet Fabrikası' nda işçi olarak çalıştığını söylerdi.

Babam İstanbul'a geldiğinde köyde kalan bizler için de durum giderek kötüleşmiş..  Kalabalık evde yalnız kalan annem  yokluk ve yoksullukta çocuk büyütmek,  ailedeki başka büyüklerin de hizmetini görmekte  çok zorlanmış.  Yani o zamanlar sadece erkekler yok mücadele eden..  Karı-koca ayrı ayrı mücadele vermişler..


Mesudiye Çavdar Köyü  ....   
Bu zorlukları yaşadığımız ve doğduğum ev..   60 yıl sonra..   hala ayakta..



İstanbul'a yapılan göçlerle açlık ve sefalet köylerden İstanbul'a taşınmış istanbul'da gecekondu bölgeleri oluşmuş.  Nüfus çoğunlukla sanayi bölgelerine yerleştiğinden ilk yerleşimler bunlar etrafında oluşmuş. Kimselerde para yok, pul yok.. hep evler derme çatma yapılmış.. adına da gece kondu denilmiş.. böyle mahalleler oluşmuş. Bu gecekondu mahalleleri hep sanayinin etrafında, iş fırsatlarının yanında  çoğalmış..

Babamın İstanbul'da işine bir düzene oturtmasından sonra   1952 yılında  annem, abim ve ablam ile birlikte dördümüz   Ordu' dan  Karadeniz yoluyla  bir gemiye binip  İstanbul'a gelmişiz. 

O yıllarda gemi kıyıya yanaşamadığı için tahliye sandalları ile Galata rıhtımına indiğimizi,  rıhtımdan  at arabası ile Eminönü'ne gittiğimizi, oradan da  Haliç vapuru ile babamın  Fatih Karagümrük' te kiralamış olduğu bir eve geldiğimizi hayal meyal hatırlıyorum.




Bundan sonra da İstanbul'da doğacak iki kardeşimle birlikte kalabalık ailemizin  mücadelesi yeniden başlıyor..  Sadece  umut vaad eden, fırsatlarla dolu İstanbul'a gelmek yetmiyor.. 




1 yorum:

  1. böyle kısa parçalar halinde daha iyi ve merak uyandırıcı olmuş..eline sağlık

    YanıtlaSil