İstanbula göç edip Karagümrük'te iki yıl kirada kaldıktan sonra, kentteki göç hikayemizin ikinci durağı İstanbul'un göç merkezlerinden Taşlıtarla bölgesi olmuş. O tarihte iş gücünün en çok arandığı yer Rami sanayi bölgesi... bu bölgeye en yakın yer ise Taşlıtarla gecekondu bölgesi.......
Gecekondumuzu yaptığımız Silahtarağa ve Alibeyköy bölgelerini 1793 yılında
Osmanlı Padişahı III. Selim tarafından Silahtar Abdullah Ağaya verilmiş, Bölgeye de adını veren Silahtar Abdullah Ağa da kurduğu vakıfla bu bölgede Devlet ve Padişaha ait hayvanların yayılma ve barınmalarını sağlamış...
Devlete ait hazine arazilerinin Demokrat Parti teşkilatındaki insanlar tarafından parsellenip satılması ve bu insanlara peşkeş çekilmesi o dönemdeki siyasi iktidarında nasıl bir yönetim anlayışına sahip olduğunu da göstermektedir.
Ayrıca o dönemde bu bölgelerin plansız olarak rastgele ve her türlü planlamadan uzak herhangi bir denetim gücü olmadan büyümesi, ayrıca köyünden hiç bir bilgi birikimi olmadan estetik kaygıdan uzak yaptıkları yapılaşma çarpık kentleşmenin de önünü açmıştır.
Ayrıca bu çarpık yapılaşmaya göz yuman dönemin iktidarı yine politik çıkarlar uğruna, buralara hizmet götürme yarışına girmişlerdir. "Elektrik, su, ve yol gibi altyapı hizmetleri" dönemin iktidarının en büyük seçim kozu olmuştur. Getirilecek bu hizmetler karşılığı yandaş kitleler yaratılmıştır. Bu da emekleme dönemindeki demokrasimiz açısından çok olumsuz sonuçlara yol açmıştır..
Gecekondumuzu yaptığımız tarihlerde mahallemizde henüz cadde ve sokak adı da yoktu. Yani daha mahalle bile değildik , Mahalle olması için cadde ve sokağının olması gerekti. Daha sonra Sakarya mahallesi Türbe caddesi ve Keşap sokağımız oldu. Hatta ev numaramız bile oldu no.17.
Mahallemiz adını bu bölgede faaliyet gösteren taş ocağından alıyordu. "Taşocağı Mahallesi" mahallemizin bir diğer adı da "Kemiklidere".
Bu gecekondu bölgesine birçok hemşerimizle birlikte, Demokrat Partisinin mahalle teşkilatındaki özel şahıslara haraç vererek satın aldığımız tapusuz hazine arsasına gecekondumuzu inşa etmişiz....
İnşa ettiğimiz gecekondumuz iki odalıydı, tuvalet ise bahçedeydi. Gecekondu da olsa artık bir evimiz vardı. Bu iki odalı evde annem, babam, üç kardeşim ve daha sonra babaannemle birlikte yaşadık.. Hatta köyden gelen akrabalarımızın ilk durağı ve ikametgahı da bizim ev oluyordu.
Gecekondumuzun bahçesinde ben |
Ayaktakiler abim ve Necati
Oturanlar Ben ve İsa evimizin balkonunda
Bahçemizin şimdiki hali Mayıs/2014 |
Bahçemizde her türlü meyve ağacı vardı. ve her türlü sebze ekilirdi. Hatta bu sebzeleri annem ve ağabeyimin Pazariçi dediğimiz yerde kurulan Salı pazarına götürüp sattıklarını hatırlıyorum.
Bulunduğumuz mahalleye cepheden baktığımızda, sol tarafta ağırlıklı olarak Ordu'lular, sağ tarafta ise Giresun'lular yerleşmişlerdi. Daha solda ise göz alabildiğince uzanan buğday tarlaları ile çok büyük bir taş ocağı vardı. Tepe dediğimiz yerde ise daha çok Bulgaristan'dan gelen göçmen vatandaşlarımız yerleşmişlerdi. Birkaç komşumuzun da Acem dediğimiz İranlı vatandaşlarımız olduklarını hatırlıyorum.
Babam bu tarihlerde Eyüp Askeri Dikimevi'nde terzi ayakçısı olarak çalışıyordu. Aldığı ücret yetersiz olduğu içinde hafta sonları inşaat işlerine gidiyordu. Daha sonra dikim evinde terzi oldu. Hem işi hafifledi hemde ücreti arttı... Dikim evinde askeri giysiler dikiliyordu.
Mahallemizdeki hem Ordu'lu hemde Giresun'lu büyük küçük bütün komşularımızı tanırdık. Hatta ne iş yaptıklarını da bilirdik. O tarihlerde Haliç vapurlarında çalışan Giresunlu Kaptan Hasan vardı." daha sonraki yıllarda Hasan kaptan CHP li olarak, Basri Dayımda Demokrat Parti ve Adalet Partili olarak mahallemizin muhtarları olmuşlardır." yine bizim Akrabamız büyük Abdullah vardı. Hatta Orhan Pamuk "İstanbul" romanında haliç in ilk kaptanlarından diye kitabına resmini basmıştı. Abdullah dayı vapuru ile Silahtar önlerine geldiğinde geminin düdüğünü öttürürdü. Bizde onun Silahtara yanaştığını anlardık. Vapura gidecekler düdük sesiyle birlikte vapura gitmek için hazırlanırlardı.
Yine haliç vapurlarında çalışan akrabalarımızdan Boncukcugillerden Küçük Abdullah'ımız ve Zahitgillerden Mustafa kaptanımız "Bayram dayı" vardı. O yıllarda bir kişiden bahsedilirken, önce o kişinin lakabı söylenirdi.
Ordulular ve Giresunlular arasında çoğu zaman kavga çıkardı.. kavga çıktığına dair bir haber geldiğinde küreğini, sopasını kapan olay mahalline koşar tekme tokat birbirlerine girerlerdi... Bu kavgalar bittikten sonra ancak olayın nedenleri konuşulurdu. Bu kavgayı çıkaranlar da hep belli kişiler olurdu.. Bu memleketlilik ve hısımlık rekabeti daha çok da büyükler arasındaydı...biz çocukların kavgası daha çok yukarı mahalle dediğimiz yerde yerleşen göçmen vatandaşlarımızın çocukları ile olurdu...bu kavgamız daha çok birbirimize taş atmak şeklinde olurdu.
Arslan Tuğla Bacası |
Yolun sol tarafında fabrikanın karşısında ise balçık halinde tuğlanın ham maddesi olan kırmızı killi topraklar bulunurdu. Biz bu topraklarla kilden heykeller yapardık.
Ayrıca bu fabrikanın tuğladan yapılmış çok uzun bir bacası vardı. Yeni Haliç çevre düzenlemesi sonucunda diğer fabrikalarla birlikte bu fabrika da kaldırıldı ve ondan hatıra olarak sadece bu baca kaldı.
Mahallemizin düzlük dediğimiz yerinde tepelerden gelen sellerin oluşturduğu büyükçe bir dere vardı. O tarihlerde bu tepelerde henüz yapılaşma başlamamıştı.
Dere Şubat - Mart aylarında coşardı. Derede kağıttan gemiler yaparak yüzdürür, ayrıca çamurdan değirmenler yapardık. Bu dere Arslan Tuğla Fabrikası'nın altındaki tünelden geçerek Haliç'e kadar giderdi.
Yazın kuruyan bu derenin oluşturduğu oyuklardan, fabrikanın altına girer, çeşitli oyunlar oynardık.
Eve su taşıma |
Arslan Tuğla'dan sonraki, Silahtar'dan bir önceki durağımız ise türbe idi.
Mahallemizin ilk çeşmesi de bu duraktaydı.
Evimize en az bir kilometre uzaklıkta ve yokuşta olan evimize bu çeşmeden daha çok ablam kovalarla ve omuzlukla su taşırdı.
Evimize en az bir kilometre uzaklıkta ve yokuşta olan evimize bu çeşmeden daha çok ablam kovalarla ve omuzlukla su taşırdı.
Ablam ilkokulu bitirdikten sonra okula gitmemiş, Babamın muhalefetine rağmen Şişli'de Kazova Tekstil fabrikasında çalışmaya başlamıştı.
Sabahları evimize en az bir buçuk kilometre uzaklıktaki "Arka Silahtar" dediğimiz yerden otobüse binip Şişli'ye gidiyordu. Ben de her sabah durağa kadar ona eşlik ediyor ve akşam da onu karşılamaya gidiyordum.
Merhaba. Taşocağındaki baca ile ilgili interneti gezerken yazınıza rastladım ve ilgiyle okudum. Teşekkürler.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilEski İstanbul'u
YanıtlaSilÖzledim