İlkel kabilelerde, faşist yönetimlerde veya din taassubu altında yönetilen toplumlarda mutlak iktidar devletin kendisidir. İktidar da devletin sözcüsüdür. İktidar muktedir olma halidir. Yani iktidarın veya otoritenin tek olma halidir. Tek olan yerde başkaca seslerin olması istenmez.
Sanat ise çok olma hali çoğunluğun sesidir... yani sanatta çok seslilik vardır. Çoğunluk ta toplumdur. Sanat sanat için de toplum için de yapılsa mutlak iktidar karşıtlığı ve muhalifliği vardır. İktidarı karşısına almayan bir eleştiri veya sanat dili muhalif olma halini yitirir.
Demokratik toplumlarda iktidarla sanatçı devamlı bir gelişim gerilimi bir karşıtlık içerisinde olmalıdır. bu sanat için de iktidar için de yapıcı bir durumdur. İktidarla karşıtlık içinde olmayan sanatçının sanatını, iktidarlarında toplumun ihtiyaçlarını belirleyebilmesi ve toplumu yönetebilmesi güçtür.
Her sanatçı kendi değerleriyle yalnızca kendisi için efendidir. Her sanatçı ancak kendisinin kölesi olabilir.
Satışa dönük ticari romanların okurun kölesi olmaktan başka çareleri yoktur. Sanat ve estetikten uzaktırlar.
Kula kulluk edene yazıklar olsun diyerek toplumun sesi olan, ezilmişlerin yanında duran "Batsın bu dünya" diyebilen ve bunun karşılığında halkının sanatçısı ve Orhan Baba olmayı başarabilen Orhan Gencebay, bugün Filistin konusunda yine ezilmişlerin yanında durmaya çalışan otoriter ve biçare bir iktidarın "Batsın bu dünya" diyen sesi olabilir mi? yine bu otoriter iktidarın yanında durmaktan gurur ve kıvanç duyan, yarışma programlarının aranan konuğu olan ve bundan dolayı ticari bir meta olmaktan hiç çekinmeyen Orhan Gencebay bugün hala halkın sanatçısı olabilir mi? Yine içeriği itibarı ile topluma mal olmuş "Sarı Gelin" türküsünü bugüne kadar başarı ile seslendiren dün gezi parkında hoyrat bir iktidarın karşısında toplumun vicdanı olmaya çalışan bir sanatçımız olan Yavuz Bingöl bugün hangi kaygılarla sanatın tek sesliliğine inanan, hatta sanatın içine tüküren bir iktidarın yanında durmaktadır.......
İktiadar ve Sanatçılarımız (Orhan Gencebay-Yavuz Bingöl) |
Tevfik Fikret Şairin "Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür" olması gerektiğinden söz ediyor.
Otoriter bir devlette bu olabilir mi? olmaz...Çünkü iktidar buna müsaade etmez..
Demokratik toplumlarda yönetenle yönetilen bir başka deyimle iktidarla toplum arasında bir iktidar mücadelesi vardır. Bu mücadelede sanatçı toplumdan yana taraftır ve aynı zamanda toplumun sözcüsüdür.Zaten sanat da bu iktidara gelme geriliminden doğmalıdır. Böyle baktığımızda demokratik toplumlarda sanatla devleti yan yana getirmek sanat adına mümkün gözükmemektedir.
Otoriter devletlerde iktidar karşıtlığının bedeli olarak sanat ve sanatçı hep aşağılanmıştır ve bu mücadelede sanatçı çoğu zaman işkence görmüş, sürülmüş, hapse atılmış ya da öldürülmüştür.
Ülkemizde ise otoriter yönetimler döneminde sanatçılarımızın çoğunun iyi bir sınav verdiğini söylemek mümkün gözükmemektedir. 12 Eylül otoriter yönetimi de halkın nezdindeki iktidarlarını meşrulaştırma çabası içinde hiç bir kriteri dikkate almadan onlarca kişiye ulufe olarak "Devlet Sanatçısı" ünvanı vermiştir.
Devlet Sanatçısının Hakları
1971'den bu yana Kültür Bakanlığı'nın tavsiyesi, Cumhurbaşkanlığı'nın onayı ile Türkiye'yi dışarıda temsil eden kişilere devlet sanatçılığı unvanı veriliyor. Bu unvan ile maaşa bağlanan sanatçılar, 65 yaşında emekli olma hakkı kazanıyor. Sanatçılara yurtdışı seyahatlerinde birtakım ayrıcalıklar sağlanıyor. Ayrıca Devlet Sanatçıları VIP salonlarını kullanabiliyor; devlet törenlerinde de protokolde ağırlanıyor.
Bu ödülü almak ve iktidarın fotoğrafına girmek için o günlerde sanatçı ünvanı ile dolaşan birçok ünlümüz koşa koşa bu resepsiyona katılıp devlet sanatçısı alırken bazı sanatçılarımız da bu ünvanı reddetmişlerdi.
Bir kerede 85 kişiye bu ünvan verilmişti. Bu kadar çok isme bu unvanın verilmesi, o günlerde kamuoyunda uzun süre tartışıldı. Aralarında Sezen Aksu, Selim İleri, Fikret Otyam, Nilüfer, Neşet Ertaş, Gazanfer Özcan ve Müşfik Kenter gibi isimlerin de olduğu bazı sanatçılar, bu unvanı reddetti..
Daha sonra bu ünvanın verilmediği ressam Mehmet Güleryüz, devlet sanatçılığının iptali için mahkemeye başvurdu. Mahkeme, 89 sanatçıya verilen unvanı Ekim 1999'da oybirliğiyle iptal etti
Sanat ve sanatçılarımızın yetişmesi açısından oldukça çorak bir araziye sahip olan ülkemizde, iktidarın yanında ve gölgesinde kalarak iktidar erozyonuna uğrayan bu sanatçılarımız kadar 12 eylül döneminde de bu ünvanı büyük bir ihtirasla kabul eden bu sanatçılarımız da ülkemizin geri kalmışlığındaki rollerinin acaba farkındalar mı ? bu sanatçılarımızın halkın mı ? iktidarın mı? sanatçısı olduklarının bugün sorgulanması gerekmektedir.
Otoriter iktidarların karşısında duran ve toplumun sesi olmuş sanatçılar bu iktidarların gazabına uğramalarına, ülkelerinden sürülmelerine, hatta bu iktidarlarca öldürülmüş ve yok edilmiş olmalarına rağmen halkın gönlünde yaşamaya devam etmişlerdir. Yıllar geçmesine rağmen Yunus Emre, Nazım Hikmet, Pablo Neruda, Soljenitsin' gibi bugün yüzlerce sanatçı diyebileceğimiz insan toplumların gönlünde yaşamaktadır.
Bu insanlar iktidarlarla kavga etmeyip devlet adına sanat yapsalardı hangisinin ismi yaşıyor olabilirdi.
Biz de genellikle sanatçı deyince Bodrum ve Çeşme'den magazin sayfalarına taşan genç ve güzel vücutlu, bikinili pozlar verenler akla geliyor.. Böyle besleniyoruz.. böyle değerlerimiz oluşuyor.. omurgamız esnek, vücudumuz bronz, boy-kitle endeksi şahane.. daha ne olacaktı ki :((
YanıtlaSilGezi parkı ile başlayan süreçte muhalif ve mizahi sanatın sınırlarını zorlayan birçok örnekle karşılaştık.Bu örnekler sanatın iktidar karşıtı gücünü kanıtlar nitelikteydi...Eline sağlık:)
YanıtlaSil