7 Ocak 2015 Çarşamba

Geçmişimdeki Siyaset



1950 yılında Türkiye'de ilk kez serbest seçimler yapılıyor. Bu seçimlerde Demokrat parti çok partili rejimin ilk iktidarı oluyor.

Demokrasimiz açısından bir milat olan bu tarih aynı zamanda benim doğum tarihim.

Rejimin tıkandığı 27 Mayıs 1960 ihtilalinde ise ben 10 yaşındaydım.

Ancak yaşım küçük ama o döneme ait hatırladıklarım var....

1.Demokrat partinin oluşturduğu vatan cephesine katılanların listesi radyodan yayınlanıyordu.
2.İhtilalden sonra kurulan yassı ada mahkemelerindeki duruşmalar yine radyodan naklen yayınlanıyordu.
Bu mahkemelerde yapılan duruşmalarda aklımda kalan anons  ise "sanıklar getirildiler elleri bağlı olmayarak yerlerine oturtuldular" sözleri olmuştur.

27 Mayıs 1960 ihtilali ile Demokrat partili siyasetçiler yargılandılar ve hatta bazıları idam edildiler.
Benim o dönemde demokrasimizin yerleşmesi  açısından utanç olan bu yargılamaları ve yargılama sonunda verilen idamları hem yaşımın küçük olması hemde siyasi bilincimin yeterli olmaması nedeni ile değerlendirmem söz konusu değildi.
Ancak çok büyük oy oranları ve halkın büyük çoğunluğunun  seçimi ile iktidara gelen iktidar üyelerinin yargılanmaları ve hatta idamlarına karşı durmak  için gösterilen tepkilerin o dönemde çok yetersiz olduğunu'da  hatırlıyorum.

Ben bu dönemin değerlendirmesini daha sonra özellikle Süleyman Demirel in iktidara geldiği dönemlerde özellikle mart 1971 den önce yapmaya başlayacaktım.

1950 yılında yapılan serbest seçimlerde toplumun çok büyük bir kesimi özellikle kırsal kesimdeki insanlar  ikinci dünya savaş sonrası yaşanan yoksulluğun faturasını çok uzun yıllar iktidarda kalan Halk Partisine ve İnönü ye çıkartmış diye düşünüyorum.Benim çevremdeki birçok insanın ortak kanısı'da bu idi. Geçmişte yaşanan bu yoksulluk ilk serbest seçimlerde seçim sisteminin de yardımıyla Demokrat partiyi büyük bir çoğunlukla iktidara getirmişti.
Bu nedenle çok yıpranmış ve parçalanmış bir Halk partisi karşısında Demokrat partinin çok kolay iktidar olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Demokrat Partinin ilk  iktidar yıllarında sağlanan dış krediler ve Marshall planı çerçevesinde dışarıdan gelen paralar ülkemizde ciddi bir rahatlama sağlamış.
Devletçi ve katı ekonomik politikalardan sonra uygulamaya konan liberal politikalar ile piyasada ve halk nezdinde Demokrat Partiye olan sempatinin  daha da artırdığını düşünüyorum.

Demokrat parti iktidara geldiğinde dış krediler ve yardımlarla sağlanan bolluk ve refah  borçların vadesi geldiği halde geri ödenememesi ekonominin de kötüye gitmesi ile büyük oranda yaşanan enflasyon ve buna bağlı olarak yapılan yüksek oranlı devalüasyonlar sonucunda ülke ekonomisi büyük bir krize girmiştir.
Ayrıca 1957 seçimlerinde önceki seçimlere göre oy oranı azalan ve bunun için  panikleyen iktidarın siyaseti bir baskı unsuru olarak kullanmaya ve demokrasi dışı tedbirler almaya başladığını düşünüyorum.
Vatan cephelerinin kurulması. Her akşam radyodan vatan cephesine katılanların listesi okunmaya başlanması. Basın ve Üniversiteler üzerinde baskılar kurulması.Halk partisinin mal varlığına el konulması.Halk evlerinin kapatılması. Köy Enstitüleri kapatılması.Muhalefet milletvekilleri için tahkikat komisyonlarının  kurulması. Muhalefetin özellikle İsmet İnönü'ün seçim çalışmaları için gittiği şehirlerde konuşturulmaması,
Bu dönemin iyi yönetilemediğini  ve çok partili hayata geçişin demokrasimiz açısından iyi bir sınav veremediğini düşünüyorum.

Bütün bu demokratik olmayan tedbirlere rağmen bana göre siyaset yine siyasetle çözülmeli idi.
Ancak ülkemizde demokrasinin yerleşmesi bir türlü mümkün olmadı ve biz bu askerlerin siyasete müdahalesi filmini  on yılda bir görmeye başladık. Askerin siyasete müdahalesini ve ihtilal mahkemelerinin özellikle idam kararlarını onaylamak mümkün değildi.Zaten halk ta onaylamadığını 1965 seçimlerinde gösterdi ve demokrat Partinin Devamı olarak kurulan  Adalet Partisi ile yıllarca sürecek olan Süleyman Demirel dönemlerini yaşadık.

1961 Anayasası ile ülkemizde sosyal ve demokratik devlet anlayışı değişmiş işçilere daha çok ekonomik ve sosyal haklar tanınmıştı.Ayrıca işçilere grev hakkı tanınmış işçi ve memura sendika kurma ve toplu sözleşme hakları tanınmıştı.

Anayasa ile getirilen bu özgürlükçü ortam ve siyasete katılım ve tartışma her kesimde daha tartışılır hale gelmeye başlamıştı.
Ayrıca bu dönemde dünyada da önemli gelişmeler oluyordu. Özellikle Amerika da Vietnam savaşı karşıtı gösteriler olurken Fransa da  Mayıs 1968 yılında gençlik hareketleri ve gösteriler başlamıştı.

Bu tartışma odaklarının en önemli kesimlerinden birisi de okullardı.
Öğrenci hareketleri yoğunlaşmıştı. Üniversiteler öğrenciler tarafından işgal edilirken  Eyüp Lisesi ilk boykotu yapan lise oluyordu. Biz de bu boykotu heyecan ve coşkuyla bir başkaldırış olarak yaşıyorduk.

Ülkenin  yönetimi için kurulan seçim sandıkları siyasi tartışmaları hafifletmemiş aksine daha da çok alevlendirmişti. Mahallemizin yönetimi için yapılan muhtarlık seçimleri de siyasi parti seçimleri kadar çok hararetli ve tartışmalı oluyordu.
Ancak muhtarlık seçimlerinde partililik söz konusu değildi. Görevini hakkıyla yapacak bir muhtar seçmek de önemli değildi. Bu seçimlerdeki tek amaç muhtarın bizim köylülerden birisi olması en önemli kıstastı.
Bu yüzden muhtarlık seçimlerinde daha çok  Ordulu ve Giresun'lu adaylar yarışıyorlardı.
Muhtarlığı da daha çok benim de akrabam olan ancak siyasi bakışımız açısından o dönemlerde çokça tartıştığım Siyasi görüşü önce Demokrat Parti  daha sonra Adalet Partisinden yana olan Basri dayım kazanıyordu.
Diğer aday ise Halk Partili olan Giresun'lu  Haliç vapurlarından emekli olan Hasan Kaptan'dı.

Benim için siyasi tartışmalarımızın en yoğun yaşandığı dönem  1971 öncesi idi. O dönemde en çok emek ve sermaye tartışması yapıyorduk. O dönemde emeği savunmak neredeyse komunist'likle eş anlama geliyordu.Siyasi kutuplaşmalar hat safhada idi. Özellikle gençler kılık ve kıyafetleri ile taraflarını belli ediyorlardı.  Daha sonraları siyaset bu komünist saydıkları gençler karşısına ülkücü gençleri çıkaracaktı. Bu yüzden özellikle Beyazıt ta yürürken ülkücü gençlerin  sert bakışlarına muhatap oluyorduk.
Siyasette bu kutuplaşma polislerin bile Pol-Der ve Pol-Bir olarak ayrışmasına yol açmıştı. Yani
mart 1971 muhtırasından önce siyasi ortam son derece gergindi. Siyaset bir türlü rahatlayamıyordu. Bu gerginlik yine siyasetle değil askerle çözülecekti.

12 Mart muhtırası sağ siyaset üzerine yapılacağı düşünülürken tam tersine özellikle solcular üzerinde büyük bir baskı oluşturmuştu. Demokrat parti döneminde mahallemizdeki  teşkilattan sorumlu olan dayım ve amcam parti kapandıktan sonra Adalet partisi ve Süleyman Demirel'in önemli bir savunucusu oldular. Basri Dayım ve amcamla sahibi olduğu kahvede çok  hararetli siyasi tartışmalar yapardık. Bu tartışmalar sonunda özellikle dayım bizi komunist ilan etmeye kadar vardırdı.
Bu anlamsız tartışmalar ve kavgalar 12 mart 1971 den sonraki askeri rejimde bizim için de semeresini verdi . Evimiz mahallemizdeki bazı evlerle birlikte bir sabah Jandarmalar tarafından  yasak yayın aramak bahanesi ile talan edildi .

Ülkücü ve devrimci  çatışmalarının çok yoğun olduğu ve  can güvenliğinin kalmadığı ve cinayetlerin işlendiği bu dönemde bir gün  Aksaray dan bindiğim bir minibüs ile Silahtar'a eve dönerken elimde Cumhuriyet Gazetesi bulunması nedeni ile  minibüsümüz  Demirkapı'dan Eyüp'e  indiği sırada minibüste bulunan birkaç ülkücü tarafından komunist  gazetesi okumakla tehdit ve taciz edilerek minibüsten indirilmek istendim. Direnince yolcuların  kaçışması üzerine minibüste  yalnız kaldım ve epeyce hırpalandım. Daha sonra ülkücüler minibüs'ten indiler ve gittiler. Olay sırasında kaçışan minibüs yolcuları da tekrar minibüse bindiler hiç bir şey olmamış gibi yola devam ettik..Eyüp Karakoluna geldiğimizde yolculara ve şoföre bana şahit olur musunuz  şikayette bulunacağım dediğim halde hiç kimseden bir ses çıkmadı .Bana yapılan bu saldırıyı ve özellikle toplumun duyarsızlığı konusunda yazdığım mektubu saldırı sırasında yıpranmış ve çamur içerisinde kalmış cumhuriyet gazetesi ile birlikte o zamanki Cumhuriyet yazarı olan rahmetli Uğur Mumcuya götürmek istemiştim. Ama uzunca bir süre muhafaza ettiğim bu belgeleri bir türlü götüremedim.

Yine o dönemde Ormancılık Fakültesinde okuyan aynı zamanda liseden ve mahalleden arkadaşım Hicri ile birlikte yaz tatili için arkadaşımın Gelibolu da ki evine tatile gitmiştik.
Hicri Mara

Ağustos ayı idi bir akşam Gelibolunun içinde gezintiye çıkmıştık. O dönemde İstanbul da sıkıyönetim vardı.Ama Gelibolu da yoktu.Yolda yürürken birden etrafımız polislerce sarıldı.Ne olduğunu anlayamadan bizi Emniyete Müdürlüğüne götürdüler. İfade almaya başladılar.Orada ne aradığımızı sordular. Öğrenci olduğumuzu tatil için Gelibolu ya geldiğimizi söyledik.Arkadaşım ailesinin burada evi olduğunu ve orada kaldığımızı anlatıyordu . Ama bizi dinlemiyorlar ve nezarete atacaklarını söylüyorlardı.Bunun üzerine arkadaşım bir tanıdığının da emniyet görevlisi olduğunu bize yaptıklarını şikayet edeceğini söylediğinde yapılan tacizin boyutu daha da aşmaya başladı. Özellikle Bekçinin polislere yaranmak için yaptığı şiddeti unutamıyorum. Bizi saçımız ve sakalımızla hatta kıyafetimize kadar her şeyimizle aşağıladılar. Bizim gibi aşağılık adamların yarın öbürü gün onların amiri olacağını söyleyerek bizi daha da çok tartakladılar.
O saatte Hakim olmadığı için bizi bir sonraki gün mahkemeye çıkartacaklarını hakimin kararana göre hareket edeceklerini söyleyerek  bir buçuk m2 lik beton bir nezarethanede sabaha kadar tuttular. Sabah nezarethanenin önündeki küçük pencereden içeri bakan vatandaşlar teröristler yakalanmış diye konuşmaya başlamışlardı. Saat 11 civarında mahkemeye çıkarıldık.Mahkeme bizi sorguladıktan sonra serbest bıraktı. Polislerin bizi tutuklama gerekçesi ise o akşam o civarda bir silahlı çatışma olmuş ve bizi o teröristlere benzetmişlerdi.(Yani bugün polisler için çıkarılmak istenen makul sebep o günde vardı.)

12 Eylül 1980 ihtilali'de geçmişte ve her zaman olduğu gibi siyasetin tıkandığı ve kendi kendine çözüm üretemediği bir dönemde olmuştu. Siyaset tıkanmıştı.Ülke Cumhurbaşkanını seçemiyordu.
Sokakta yine terör kargaşa vardı.
Bu dönem benim açımdan hayatımın başka bir safhasıdır.Evliliğim ve çocuk sahibi olmam bu döneme rastlamaktadır.Onun için sorumluluklarımın arttığı bu dönemde daha çok iş sahibi olmak ve toplumda bir yer edinme dönemi olarak geçmiştir.

Yalnız insan haklarının askıya alındığı ve demokrasimizin yerlerde süründüğü  hatta baskılarla onaylatılmak istenen anayasaya  konusunda o dönem içinde çok olumsuz koşullar bulunduğunu hatırlamamak mümkün değildir.

Ülkemizde 1950 yılından beri serbest seçimler yapılıyor.Ancak siyaset devamlı olarak bir yerlerde tıkanıyor.Demokrasi kültürünü bir türlü yerleştiremiyoruz.Çoğu zaman muhalefeti demokrasi dışı yollarla baskı altına almaya çalışıyoruz. Beceremediğimiz demokrasiyi askeri yönetimlerle tekrar tekrar sil baştan kurmaya çalışıyoruz.

Geriye dönüp baktığımda neredeyse yaşamım boyunca ara rejimler hariç seçimleri hep sağ iktidarlar kazandı.Ve ben  hep onların iktidarını gördüm. Ve bu kadar uzun yıllar çoğu zaman da tek başına iktidar oldukları halde hep muhalefeti suçlayarak politikalarını hep geçmişle hesaplaşma üzerinden yapmaya çalıştılar.

Geçmiş yıllarla yapılan tüm hesaplaşmalarını da da özellikle tek parti dönemindeki CHP ve Atatürk ün kurduğu Cumhuriyet rejimi üzerinden yapmaya çalışıyorlar. Ayrıca Demokrat Partinin kapatılması ve dönemin yargılamalarını ve idamların tüm sorumluluğunu  da  CHP üzerinden sorgulamaya devam ediyorlar.

Çok partili hayata geçtiğimiz 1950 yılından bugüne kadar yani tam 65 yıl geçmiş.
Bu kadar uzun süredir ülkemizi yöneten ve siyasi hayatımıza  yön veren sağ iktidarlar bana göre bu Ülkemizde demokrasinin yerleşmesi açısından iyi bir sınav veremediler.
Politikalarını hep geçmişle hesaplaşma üzerine kurdular. Ülkemizi daha demokratik bir toplum yapacak  ve toplumumuzda barış sağlayacak bir program ve vizyon ortaya koyamadılar.

Bu ülkemiz ve bu ülkemizde yaşayanlar açısından büyük bir talihsizliktir.

Ülkemizde yaşayan insanlarımız arasındaki en önemli hedef barış ve huzur'un sağlanması olmalıdır.
Bunun için siyaset ve demokrasi anlayışımızın yeniden tanımlanması ve siyasetimizin  geçmişle hesaplaşmak yerine geleceği kurmak olarak algılanmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder